DEVAM...
IV-)
"İkimizin de karnı aç, sanırım," dedi İlkay genç adama öyle olup olmadığına da bakarak, "Şurada bir pub var, istersen girelim."
Gerçekten de genç adam hayli aç olduğunu hissediyordu. Özellikle son olanlardan sonra karnı -nedense- daha da ağırmaya başlamıştı.
Ve Türk?...
Stout Pub tabelasının altından bara giriş yaparlarken içerisinin ne kadar da alkol koktuğunu farketti genç adam. İlkay'a göz ucuyla baktı; ama o halinden memnun görünüyordu. Temiz, boş bir masaya otururlarken İlkay bir kendisine, bir de arkasına baktıktan sonra adam, kızın ne anlatmaya çalıştığını farketti ve derin bir nefes aldıktan sonra kendini sanki Türkçe konuşuyormuş gibi rahat bir şekilde konuşmaya zorladı.
"Excuse me," dedi, kelimeler kendiliğinden dökülüyordu sanki. "Could you look here, please?" ('Bu tarafa bakabilir misiniz?' demek istemişti.)
Genç görünümlü siyah, kısa saçlı genç bir garson masaya doğru geldi.
"Would you like to order, sir?" ('Sipariş vermek mi istediniz, efendim?')
Karşısındakinin ne demek istediğini garip ve hâlâ anlam veremediği bir şekilde anlayan genç adam, ingilizce, 'karın doyuracak ne varsa olur' dedi ve garson, genç adama bir saniye daha bakıp mutfağa doğru gidip gözden kayboldu.
İçerisi zorlukla duyulabilen ama eğlenceli ve hareketli bir İrlanda şarkısı ile dolarken genç adam etrafına bir göz gezdirdi. Tüm camlar perdelerle örtülüydü ve gün ışığı içeriye zorlukla giriyordu. Bu nedenle pub oldukça loştu. Sıcak bahar havasını da bir şekilde hafifletmiş olan perdelerden gözünü kaydıran genç adam kısa bir süre daha içeriye bakındı. İlkay'ın yüzünde nedense mutsuz bir ifade vardı. Halbuki içeriye dolan şarkı mutsuz bir insanı hayatında daha önce olmadığı derecede mutlu edecek kadar eğlenceliydi. Ama ayrıca şarkı genç adamın kulağına o kadar da aşinaydı ki...
"Şurada ne yazıyor, bir baksana," dedi İlkay takındığı sert ifadeyi hafif yumuşatarak.
Genç kıza ne olduğunu anlayamayan genç adam tereddütle uzatılan kitapçığı aldı. Şimdi de içeriye -yine genç adamın kulağına aşina gelen- bir müzik doluyordu. Müzik saksafon ağırlıklı cazdı.
"Baksana," dedi İlkay, "Ben biraz... biraz sonra geliyorum," dedi ve masadan kalktı.
Genç kızın bayan tuvaletine doğru yol aldığını gören genç adam durumu sonunda farkederek az önce onun vermiş olduğu kitapçığa göz gezdirdi. Dil oldukça ağır geliyordu kendisine ama çevirebildiği kısa cümlelerde şunlar yazılıydı: "Stout, buruk tatlı bir ingiliz birası. Siyah renkli, özellikle çok koyu renkli malt ve bir miktar da kavrulmuş malttan imal edilmiş," genç adamın gözleri alkol dolu kokudan hafif hafif kapanmaya başlıyordu, "...acılığı sert karakterde bir üst fermantasyon birasıdır. İsmin kökeni Stout Porter 'a gider (yani güçlü Porter). Zamanla stout olarak kısalt..." ve birden herşey karardı. Koku gitti, sesler kayboldu ve garip bir hissizliğin içinde az önce ne olduğunu anlamasına kısa bir an bile kalmamış genç adam kendisini, oldukça gerçekçi sandığı bir rüyada buldu.
Saf gerçeklikte genç adam etrafına baktı. Görüntü kimi zaman bulanık, kimi zaman da oldukça netti. Ve anlardan oluşan rüyasında kendisini kimi zaman karanlık bomboş bir sokakta buluyor, kimi zaman da yağmurun ıslattığı bir pastanede, yanında arkadaşı olduğunu düşündüğü kısa saçlı biriyle sokağa bakıyordu. En son rüyasında kendini gecenin bir yarısı, soluk bir sokak lambasının altında buldu. Vücuduna acı verici soğuk işliyordu -üzerine baktı; ipince bir tişört ve ve altında da şort vardı. Orada ne aradığının farkında olamayan genç adam, neden sonra uzakta bir ses duydu. Bir genç kız sesi. Karaltının altında kızıl saçlı bir genç kız, adamın yanına gelmesini işaret ederken bir yandan da bağırıyordu. Genç adam hızla koşmaya çalıştı ama bırakın koşmayı hareket bile edemiyordu.
"Ne dediğinizi anlayamıyorum!," diye bağırdı genç adam; daha doğrusu yapmak istediği buydu; sesi cümlesinin yarısında kaybolmuştu.
Tüm kaslarını sıktı ve var gücüyle koşmaya ve bağırmaya çalıştı. Ama görünmez bir duvar gitmesini engelliyordu. Sesi ise hâlâ yoktu.
O anda gerçekleşen tüm bunlara rağmen kızın sesini duyabildiğini hissetti genç adam sonra. Uzaklardan bir sesti, "Kalk hadi," diyordu. "Kalk..."
Ve yolculuk ve havaalanı:
I-)