İşte gelecek haftanın filmleri
Gelecek hafta üçü yerli yedi yeni yapım vizyona girecek.
**1- HARSH TIMES / ACIMASIZ HAYAT**
Birbirlerinin çöküşünü hazırlayan iki dost
Güney Los Angeles’ın acımasız sokaklarında yaşanan dostlukların, sadakatin, hırs ve tutkuların hiper gerçekçi öyküsü... Film, Los Angeles sokaklarındaki şiddet ortamının üzerinde yükselmeye çalışırken, yaşadıkları dünya tarafından gerilere sürüklenen ve birbirlerinin çöküşünü hazırlayan iki çocukluk arkadaşının başından geçenleri anlatıyor.
Jim Davis, Körfez Savaşı’ndan döndükten sonra hayatını belli bir çizgiye oturtmayı başaramamıştır. Uzak çöllerde geçirdiği günlerin kötü anıları hala üzerindedir, gece kabuslarla sıçrayarak uyanır. Los Angeles Polis Departmanı’ndan bir türlü gelmeyen bir teklifi beklerken tüm birikimleri suyunu çeker. Düzenli bir işi olsa herşeyin başka türlü olacağına inanmaktadır; Meksikalı kız arkadaşı Marta’yı yeniden ABD’ye getirtebilecek, onunla evlenip durmuş oturmuş bir hayata başlayabilecektir.
Ülkesine hizmet etmenin farklı yollarını arayan, masa başında sıkıcı bir işe çakılıp kalmak istemeyen Jim, isteklerinin gerçekleşmesini beklerken kendisi gibi işsiz olan çocukluk arkadaşı Mike ile takılmaya başlar. Mike’ın sevgilisi Sylvia da, sürekli ve düzenli bir iş bulması için ona baskı yapmaktadır. Mike bu yüzden iş aramak zorunda kalınca, Jim onun iş bulmasına yardımcı olmayı teklif eder. Ne var ki, çocukluk yıllarındaki gibi Güney Los Angeles caddelerine açılan iki dost, kentin acımasızlık ve türlü türlü belalarla dolu caddelerinde tam bir kaosla yüzyüze gelirler.
Hayatlarını daha keyifli hale getirme, yükseklere çıkma ve daha parlak bir geleceğe ulaşma planlarını yanlış yollardan hayata geçirmeye çalışırken, bela çevrelerini hızla kuşatacak; bir zamanlar oyun yeri olarak gördükleri kentin üzerlerindeki baskısı giderek artacak, yaptıkları her tercihte hem birbirlerine olan sadakatleri, hem de hayatta kalma beceri sınanacaktır...
20’lerinde dünyayı çözdüğünü sananlar üzerine bir film
“Training Day”, “S.W.A.T.” ve “The Fast and the Furious”un ünlü senaryo yazarı David Ayer’in yazıp yönettiği “Acımasız Hayat”ın başrollerinde Christian Bale (Jim David), Freddy Rodriguez (Mike Alvarez), Eva Longoria (Sylvia), Tammy Trull (Marta) ve Adriana Millan (Rita) yer alıyor.
Los Angeles kent merkezini ve gölgesinde barındırdığı her yeri kendilerine özel oyun alanı ilan eden iki arkadaşın hikayesini anlatan “Acımaz Hayat”ın dostluk ve olgunlaşma üzerine bir film olduğunu belirten David Ayer, “Burada ibret alınması gereken uyarıcı bir öykü var. Tam da insanların olgunlaşmaya başladığı noktadaki bir insanın hayatındaki bir anı yakalamak istedim. Bu film, 20’li yaşlarda olup dünyanın nasıl işlediğini bildiğini sananlar üzerine bir film.”
Ayer filmin senaryosunu 20’li yaşlarının başında yazdığında, hayatının önemli bir dönüm noktasındaymış. “Acımasız Hayat”ı, çalkantılı geçen ergenlik yıllarını geride bırakıp, geleceğini başarılı bir senaryo yazarı olmaya adadığı dönemde yazdığını söyleyen yönetmen, çıkış noktasını şöyle açıklıyor:
“Gençlik yıllarımdan çok iyi tanıdığım Los Angeles caddelerinin karanlık yüzünü temel alarak, kentin farklı bir portresini çizmek istedim. Kendine özgü kodları ve kuralları olan bir dostluğu anlatmayı, Los Angeles’ta geçen ergenlik çağlarımda yakından tanıdığım insanları konu alan bir hikaye yazmayı hedefledim. Bugüne kadar bu caddelerde sayısız kalp ve yaşam yok edildi. Ama kaybolup gidenlerden daha fazlası, güçlü bir şekilde büyümeyi başardı. ‘Kaybetmekle kazanmak arasındaki farkı sağlayan nedir?’ diye kendime sorduğumda ‘İnsanların yaptığı tercihlerdir’ yanıtını aldım.”
2- İLK AŞK
Aile boyu aşk...
1990’ların başı, deniz kıyısında bir Ege kasabası… Kasabanın ileri gelenlerinden Arifoğulları ailesi için eski ihtişamlı günler geçmişte kalmıştır. Tarlalarının çoğu satılmış, çürümek üzere olan zeytinyağı fabrikalarından başka bir şey kalmamıştır.
Ailenin 85 yaşındaki reisi Arif Arifoğlu, elini işten güçten çekeli yıllar olmuştur. Oğlu Azmi’nin tek kaygısı eski karısı Nevin’in gönlünü tekrar kazanmak; oğulları Kemal’in hayali ise kısa yoldan para kazanmaktır. Kemal, karısı ve metresi arasında gelgitler yaşarken, ailenin en küçüğü Arif Ege de ergenliğe geçiş sürecinde ilk aşk sancılarını çekmektedir.
Arif Arifoğlu’nun ölümüyle yıllardır saklanan aile sırları ortaya çıkar. Ortanca oğul Asaf 40 yıl önce Kore Savaşı’na gitmiş, savaşta esir düşüp bir daha izi bulunamadığı için de kasabalılarca ölü kabul edilmiştir. Asaf’ın nişanlısı Nevin’e büyük bir aşk besleyen Azmi ise, kardeşinin ölümüyle amacına ulaşmış, Nevin ile evlenmiştir.
İki yıl süren esirlik günlerinin ardından Asaf ağabeyine kurtarıldığını, kasabaya döneceğini haber veren bir mektup yazmış, ancak aldığı cevapla yıkılmıştır: Tüm kasaba onu ölü bilmektedir; ağabeyi sevdiği kızla evlenmiş; üstelik bir de çocukları olmuştur. Bu haberden sonra kasabaya dönemeyen Asaf, içinde büyük bir hayal kırıklığı ve kafasında taşıdığı sorularla yıllarca açık denizlerde kaptanlık yapar. Ta ki babasının ölüm haberi kendisine ulaşana kadar…
Asaf’ın dönüşüyle Azmi – Asaf - Nevin arasında büyük bir hesaplaşma yaşanmaya başlar. Öte yanda ise küçüklüğünden beri kendisine bir kahraman olarak anlatılan büyük amcanın dönüşü Arif Ege’yi çok mutlu ederken; Arif Ege ve Asaf arasında çok sıcak bir bağ oluşacaktır…
Bir Ege kasabasındaki bir ailede üç kuşak boyunca yaşanan aşkların bütün bir aileyi paramparça edişini anlatan “İlk Aşk”ın yönetmeni Nihat Durak. Senaryosunu Ada Senaryo Grubu’nun yazdığı filmde Çetin Tekindor (Asaf), Tarık Papuççuoğlu (Azmi), Vahide Gördüm (Nevin), Halit Ergenç (Kemal), Dolunay Soysert (Aysel), Şenay Gürler (Kısmet), Okan Yalabık (Rasim), Erol Günaydın (Arif Arifoğlu) ve Raffaele Çedolini (Arif Ege) rol almış. Çekimleri İzmir’in Foça ilçesinde gerçekleştirilen filmin görüntü yönetmeni Selahattin Sancaklı. Müziklerse Fahir Atakoğlu imzası taşıyor.
3- KADER
Hiç kaybolmayan masumiyete dair…
Bekir Uğur’a aşıktır. Uğur Zagor’u sevmektedir, Zagor ise suç işlemeyi...
Zagor hapisten çıkar. Boğucu bir yaz gecesi aksilikler birbirini takip eder ve mahallede cinayet işlenir. Aynı gece Uğur da ortadan kaybolur. Bu cinayet, Uğur’un zaten zor durumda olan ailesi için karanlık günlerin habercisi olsa da, Uğur’a delice aşık olan Bekir için bir kurtuluş umududur. Ailesinin bulduğu kızla evlenip yeni bir yaşama başlar.
Aradan aylar geçer; Zagor’un İzmir’de iki polisi öldürüp yakalanması ve Uğur’un İstanbul’a dönmesiyle Bekir için bu acımasız aşkın peşinde yıllar yılı sürecek amansız bir takip başlar. Taşra pavyonlarında, üçüncü sınıf otel odalarında Uğur’un izini süren Bekir vurulsa, kovulsa da geri dönmez; aşağılansa, gururu kırılırsa da aldırmaz.
Uğur şehir şehir, hapishane hapishane Zagor’un ardından sürüklenirken, Bekir de inatçı, sadık bir köpek gibi onların peşinden gider. Bir çift göz, edalı bir yüz uğruna aşk hariç herşey tükenip yok olur, yuvalar yıkılır, çocuklar öksüz kalırken masumiyet hiç yitirilmeyecektir.
Altın Portakal’ın “en iyi”si
Zeki Demirkubuz’un yazıp yönettiği “Kader”, yönetmenin ikinci filmi “Masumiyet”in ana karakterleri olan Bekir ve Uğur’un hikayesinin geçmişine götürüyor izleyenleri. 2006 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “en iyi film” ödülünü kazanan filmin başrollerinde Ufuk Bayraktar, Vildan Atasever, Engin Akyürek, Müge Ulusoy, Ozan Bilen ve Erkan Can kamera karşısına geçmiş. Görüntü yönetimini de Demirkubuz’un üstlendiği filmin müzikleri Edward Artemiev imzası taşıyor.
**4- CASINO ROYALE**
James Bond, ajanlığının ilk dönemlerinde...
Sinema tarihinin sevilen serisi James Bond’un yirmi birinci bölümü “Casino Royale”, Bond hayranlarını gizli ajanın kariyerinin ilk dönemlerine götürüyor.
Bond’un “007” olarak ilk görevi, onu dünya teröristlerine bankerlik yapan Le Chiffre’ye götürür. Le Chiffre’i durdurup terörist ağını çökertebilmek için, Bond’un onu Casino Royale’deki yüksek bahisli poker oyununda yenmesi gerekmektedir. Hazine Dairesi’nin güzel memuresi Vesper Lynd’in oyun için gerekli miktarı getirip hükümetin parasına göz kulak olmakla görevlendirilmesi, başlangıçta Bond’un canını sıkar. Ama Le Chiffre ve adamlarının düzenlediği bir dizi ölümcül saldırıdan kurtulma mücadelesi sırasında Bond ve Vesper arasında oluşan çekim, iki aşığı daha da büyük tehlikelerin içine sürükler.
Tüm bunlar, Bond’un hayatının sonsuza dek değişmesine sebep olacak olaylardır.
Daha karanlık bir Bond
Ian Fleming’in 1953 yılında yayımlanan, gizli ajanı konu aldığı aynı adlı ilk romanına dayanan “Casino Royale”in başrolünde 007’yi ilk kez canlandıran İngiliz aktör Daniel Craig kamera karşısına geçmiş. Filmde Le Chiffre’yi Mads Mikkelsen, Vesper Lynd’i ise Eva Green canlandırıyor. Senaryosunu Neal Purvis, Robert Wade ve Oscar ödüllü Paul Haggis’in kaleme aldığı filmi Martin Campbell yönetmiş. Filmde başrol oyuncularına eşlik eden isimler Judi Dench, Caterina Murino, Jeffrey Wright, Giancarlo Giannini, Ivana Milicevic ve Simon Abkarian olmuş.
Daha önce, “Munich”, “Road to Perdition” ve “Lara Croft: Tomb Raider” gibi filmlerde rol alan Daniel Craig, filmde canlandırdığı Bond karakterini şu sözlerle anlatıyor: “Bu filmde James Bond daha karanlık bir karakter. Zaten Ian Fleming orijinalinde onu böyle yazmış. Filmin açılışında Bond’u pek çok sivri yanı olan, kariyerinin henüz çok başında biri olarak görüyoruz. Yalnız biri ve insanlarla iç içe olmayı sevmiyor. Ama film ilerledikçe daha kibar birine dönüşüyor”. Craig sözlerini şöyle sürdürüyor: “Aksiyon sahnelerinde olabildiğince kendim oynamaya çalıştım ki izleyici ben olduğumu ve sahnenin gerçek olduğunu görebilsin. Kendimi bir sporcu gibi hissetmeye başladım. Bu, yaralanmalara aldırmadan devam edip, bir sonraki acı düzeyine geçmek anlamına geliyor. Bond’u oynarken bir yerleriniz morarmıyorsa, gerektiği gibi oynamıyorsunuz demektir.”
Pierce Brosnan’ın ilk Bond filmi “Altıngöz”ün de yönetmeni olan Martin Campbell ise Craig hakkında, “Daniel izleyicilere yeni bir boyut sunacak” diyor ve ekliyor: “Sertliği cazibe ve mizah anlayışıyla birleştiriyor. Bu çok daha karakter merkezli bir hikaye olduğu için, Daniel’ın derinliği ve ağırlığı role mükemmel uyuyor. Ayrıca fiziksel olarak da çok formda; aksiyon sahnelerinde müthiş olduğunu kanıtladı.”
“Casino Royale”in önce Çek Cumhuriyeti’nde Prag ve Karlovy Vary’de, Bahama Adaları’nda New Providence ve Paradise Island’da, İtalya’da Como Gölü ve Venedik’te gerçekleşen çekimleri, İngiltere’de Surrey’deki Dunsfold Havaalanı’nda, Winsor’daki Eton College’da, Buckinghamshire’daki Black Park’ta ve Pinewood Stüdyoları’nın efsanevi 007 platosunda tamamlanmış.
**5- SEVERANCE / KANLI MESAİ**
Artık iş kuralları değil, orman kanunları geçerli!
Sabah dokuzdan akşam beşe kadar çalışmak gerçek bir ölüm olabilir; ama iş arkadaşlarıyla yapılacak sosyal bir etkinlik, ölümden de beterdir...
Amerikan menşeili bir silah firmasının İngiltere ofisinde çalışan yedi iş arkadaşı, performanslarından ötürü şirket tarafından ödüllendirilerek haftasonu için Macaristan ormanlarında bir paintball gezisine gönderilirler.
Gittikleri gezi, ölüme susamış katil ruhlu yağmacılar tarafından sabote edilince, burada iş kurallarının hiçbir geçerliliğinin kalmadığını anlarlar. En akıllıları hangisi ise, bu korkunç iş gezisinden sağ çıkan o olacaktır…
Londra metrosunda geçen korku filmi “Creep”in yönetmeni Christopher Smith’in yönettiği “Kanlı Mesai”nin başrollerinde Danny Dyer (Steve), Laura Harris (Maggie), Tim McInnerny (Richard), Toby Stephens (Harris), Claudie Blakley (Jill), Andy Nyman (Gordon) ve Baboo Ceesay (Billy) kamera karşısına geçmiş.
Senaryosunu James Moran ve Christian Smith’in birlikte yazdıkları filmin müziklerini Christian Henson bestelemiş. “Kanlı Mesai”, 2006 Uluslararası Puchon Fantastik Film Festivali’nde jüri ödülüne layık görülmüştü.
6- NOUVELLE-FRANCE (NEW FRANCE) / UMUTLAR ÜLKESİ
Kanada’nın Titanik’i...
Quebec, 1758. Ailesini fazla burjuva ve kentli bulduğu için yıllar önce reddeden, cesur ve maceracı genç François Le Gardeur, o günden beri Amerika yerlileriyle birlikte ormanın içinde doğal bir yaşam sürmüştür. Bir av partisinden dönerken babasının sağlığının kötü olduğu haberini alınca Quebec’e döner. Ama geç kalmıştır. İkinci kötü haber ise, babasının yalnızca sağlığının değil, parasal durumun da artık eskisi gibi olmadığıdır.
Dönüşünden bir gün sonra, Le Gardeur ve Marie-Loup pazar yerinde karşılaşır ve ilk görüşte aşık olurlar. Marie Loup, özgür görünüşü ve aklıyla, zamanının ötesinde bir kızdır. Onun özgür ruhunu ve konuşmalarını halk içinde kınayan Peder Blondeau, içten içe kıza karşı büyük bir aşk beslemektedir.
Genç kızın ‘vahşiler’ olarak adlandırılan yerlilerle iletişim içinde olması çevresindekilerin dedikodularına sebep olmakta; onun bir cadının güçlerine sahip olduğu kulaktan kulağa yayılmakta ve hastaları iyileştirmek için şaman büyüleri kullandığı ileri sürülmektedir.
Olaylar karmaşıklaştıkça Blondeau hariç herkes inancını yitirmeye başlar. Le Gardeur ise sevdiği her şeye veda etme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.
‘Kanada’nın Titanik’i olarak adlandırılan “Umutlar Ülkesi”ni Jean Beaudin yönetmiş. Senaryosunu Pierre Billon’un yazdığı filmin başrollerini David Lahaye (François le Gardeur), Noémie Godin Vigneau (Marie-Loup) ve Gerard Depardieu (Thomas Blondeau) paylaşmış. Oyunculara eşlik eden isimler Sébastien Huberdeau, Juliette Gosselin, Irène Jacob, Bianca Gervais, Vincent Perez, Tim Roth ve Jason Isaacs olmuş. Kanada’nın en yüksek bütçeli filmi olarak isim yapan filmin bütçesi yaklaşık 30 milyon dolar olarak belirlenmiş.
**7- UNUTULMAYANLAR **
Ah Leyla!..
Eski Yeşilçam yönetmenlerinden Aziz, aşık olduğu Leyla’nın bir seks filminde oynamasıyla yıkılarak yıllar önce İstanbul’u terk etmiştir. İnatçı adam, 30 yıl sonra varını yoğunu satarak koltuğunun altındaki senaryoyu filme çekmek üzere İstanbul’a döner.
Şehre varır varmaz ilk işi ‘eski dostlar’ı bulmak olur. Yaşlı ekip elemanları bu fikirle heyecanlansa da, hiçbiri Aziz’in bıraktığı yerde, bıraktığı gibi kalmamıştır. Köprülerin altından çok sular akmış, hemen hepsi sinemadan uzaklaşıp başka işler yapmaya yönelmiştir.
Aziz’in kararlı tavrı, yaşlı ekibi filmi çekebileceklerine inandırır. Arkadaşları Aziz’in bu senaryoyu zamanında Leyla için yazdığını bildikleri için filmde de onu oynatmayı önerirler. Ama Aziz bunu kesinlikle reddeder. Arkadaşları anlar ki yaralar hala tazedir, Aziz Leyla’yı içinden söküp atamamıştır. Ve Aziz ile Leyla’yı zorlu hesaplaşmalar beklemektedir...
Ayhan Sonyürek’in yazıp yönettiği “Unutulmayanlar”da Altan Erkekli (Aziz), Göksel Arsoy (Cihat), Nevra Serezli (Leyla), Bahri Beyat (Tatyos), Gökhan Mete (Ekrem), Cezmi Baskın (Cemil), Ferdi Akarnur (Salim), Ayşen İnci (Adalet) ve Serhan Arslan (Barış) kamera karşısına geçmiş. Görüntü yönetimini Mete Şener ve Mehmet Y. Zengin’in gerçekleştirdikleri filmin müziklerini Erdal Güney ve Hilmi Yarayıcı hazırlamış.
Yeşilçam kökenli birçok yönetmen, senarist ve oyuncuyla çalışma imkanı bulan Sonyürek’in bu dönemde yaşadıkları ve dinledikleri, yönetmenin ilk filmi olan “Unutulmayanlar”ın oluşumuna katkıda bulunmuş.
Sonyürek’in “Yeşilçam’a selam, yola devam” filmi olarak tanımladığı “Unutulmayanlar” ile ilgili sözleri şöyle: “Yeşilçam, özdeşleşmeye dayalı anlatının hakim olduğu, duyguları harekete geçirmeyi amaçlayan bir sinemadır. Elbette bu ülkede yetişen her birey gibi benim de bir filmi okuma ve anlama yeteneğimi bu filmler oluşturmuştur. İlk sinema filmimde özdeşleşme sinemasının anlatı öğelerini kullanıp “Yeşilçam Sineması”na şapka çıkarmayı amaçladım. Filmin içeriğini oluştururken de yine bu sinemacıların yaşantılarından esinlendim. Kısacası bu film; hem biçimsel, hem de içerik olarak ‘Bir Yeşilçam Filmi’dir.”